25 Temmuz 2021 günü Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, “Ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü koşullar nedeniyle Meclis’in tüm yetkilerini dondurduğunu, milletvekillerinin yetkilerini bir ay süre ile askıya aldığını, mevcut Başbakan Hişam El-Meşişi’yi görevden aldığını, atayacağı bir Başbakanla idareyi devralmaya karar verdiğini ve yeni bir hükümet kuracağını, hükümetin cumhurbaşkanlığı liderliğinde kalacağını” ilan etti. Ayrıca ulusa sesleniş konuşmasında, “Başsavcılık görevini de üstüne aldığını” duyurdu.
Habib Burgiba’nın 1959-1987, Zeynel Abidin bin Ali’nin 1987-2011 yılları arasında süren tek parti yönetiminden kurtulmasının üzerinden 10 yıl gibi bir süre sonra, Tunus’ta yürütülmeye çalışılan çok partili siyasi hayat ordu, güvenlik güçleri ve Cumhurbaşkanı ittifakı ile oluşan bir darbeci cunta tarafından kesintiye uğratmıştır.
Tunus, bağımsızlığın ilanından itibaren devam eden 52 yıllık tek parti yönetiminden 2011 yılında geçtiği çok partili hayatın sıkıntılarını yaşıyordu. Devletin bütün mekanizmalarında çalışanların, tek parti yönetimine dair alışkanlıklar ve böyle kurgulanmış bir yönetici elitin yeni düzene karşı gösterdiği direnç ülkenin yönetilmesini zorlaştırdı. 2011’den itibaren başlayan çok partili hayatın, tek parti döneminin alışkanlıklarını yeteri kadar aşaması, ülkeyi bir siyasi krize doğru sürüklemiştir.
Siyasetin yolunun siyaset dışı yöntemlerle kesilmesi tartışmasız bir darbedir. Tunus böyle bir darbeye maruz kalmıştır.
Tunus darbesinde iç ve dış dinamikler olmak üzere etkin iki unsur bulunmaktadır. İç dinamiklerde ordu, polis ve Cumhurbaşkanlığı etkin bir rol almış olmasına karşılık dış dinamikler daha geniş bir spektrum içermektedir.
Tunus’ta olan olayı anlayabilmek için, Soğuk Savaşın bitiminden sonra Margaret Thatcher’den, NATO Genel Sekreteri Willy Clause, CIA eski Başkanı James Wolsey’e ve birçok etkili Batılı yöneticinin İslâm’a ilişkin sözlerini dikkate almak gerekir. 1990 Haziranında İskoçya’da toplanan NATO Zirvesinde Thatcher, “Yeni düşman İslâm dünyasından çıkacak!” diyordu. NATO Genel Sekreteri Clause, “Soğuk Savaş kadar uzun, I. ve II. Dünya Savaşı kadar kısa olmayacak üçüncü bir Dünya Savaşının başladığını” söylüyordu. Tunus dahil İslâm Dünyasında meydana gelen hiçbir önemli olay, bu söylemlerden bağımsız olarak düşünülemez.
Tunus’ta 217 sandalyeli Meclisin 52 sandalyesine sahip olan El-Nahda’nın bütün uzlaşmacılığına rağmen, sanki bütün olayların sorumlusuymuş gibi hedefe konması, silahla ve terörle ilişkisi olmayan “Müslüman Kardeşler” kurumunun terörist ilan edilmesi cari iç ve dış düzenin İslâm’a ilişkin ortaya koyduğu stratejiden bağımsız düşünülemez.
Birçok Batılı ülkenin Tunus’ta meydana gelen olayın ismini koymakta tereddüt etmeleri ve darbe karşısında bir karşı duruş sergilememeleri, darbeyi onayladıkları anlamına gelir.
Mısır, Suud-i Arabistan ve BAE gibi ülkelerin açık bir memnuniyet belirtmeleri, bu darbeye cesaret verdikleri, hatta yardım ettiklerinin bir göstergesidir.
Tunus’taki darbede Batı (şer ittifakı) Mısır, Suud-i Arabistan ve BAE’yi taşeron olarak kullanmıştır.
Libya’daki durumdan oldukça şikâyetçi olan Mısır, Suud-i Arabistan, BAE gibi yönetimlerin yanı sıra asıl aktörlerden biri olarak tarihte Tunus’taki etkisi bilinen Fransa’nın, Tunus’un Libya’ya ilişkin tutumundan memnun olmaması da dikkate alınmalıdır.
Tunus’taki Bürokratik Darbe olayı, Arap Baharı ile siyasete müdahil olan kitlelerin yollarını keserek, bölgedeki totaliter yönetimlerin devamına imkân sağlayan Batı Dünyası’nın bölgeye ilişkin demokrasi söylemlerinin bir retorikten ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Türkiye; darbe sonrasında Tunus’un Libya politikasında meydana gelebilecek değişiklerin, Türkiye’nin Libya’daki politikası üzerinde nasıl etki yapacağını göz önüne almalıdır.
Umran Kültür ve Medeniyet Hareketi olarak, Tunus halkının seçimle iş başına getirdiği yönetimin, bir darbe ile işbaşından uzaklaştırılmasına kesinlikle karşıyız.
Tunus’taki bu kriz, şiddete sürüklenmeden, şiddete başvurmadan en kısa zamanda çözüme kavuşturulmalıdır.
UMRAN KÜLTÜR VE MEDENİYET HAREKETİ