ÖZEL OLARAK İSTANBUL SÖZLEŞMESİ TARTIŞMALARINDA GENEL OLARAK HAYATIMIZIN HER ALANINDA  KULLANACAĞIMIZ DİL “EN GÜZEL TARZDA” OLMALIDIR

3
0

Eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yılı nedeniyle yaptığı bir konuşmada (9.10.1999), Cumhuriyet döneminde Osmanlının bilinçli bir şekilde suçlanmasının ve karalanmasının bir ilke olarak kabul edilip devlet politikası olarak benimsendiğini ve yol boyu gereğinin yapıldığını söylemiş, bir bakıma da itiraf etmiştir:

 “Cumhuriyetin ilk dönemlerinde rejimin oturması için Osmanlı aleyhinde bir söylem geliştirilmişti; artık bu tehlike geçmiştir; çünkü Cumhuriyet kendi nesillerini yetiştirmiştir; Osmanlıyı suçlamamızın bir manası kalmamıştır. Osmanlı ile barışmak gerekir.”

Cumhuriyet Dönemi ile birlikte başlayan geçmişi ve rakipleri tehdit etme, karalama ve ihanetle suçlama yaklaşımı, bu dönemde yetişen neslin karakteristik bir özelliği olmuştur. Adeta Cumhuriyet Dönemi nesli formatlanarak genetik yapısına bir “kirletici dil virüsü” yerleştirilmiş ve bir şuur altı oluşturulmuştur. Bu dil, belli zamanlarda ortaya çıkarak görevini ifa etmektedir.

Ne yazık ki bugün, 2011 İstanbul sözleşmesi, 6284, 5237 ve 4721 sayılı Yasalar ile AB Uyum Yasaları üzerinde “camia” içerisinde yapılan tartışmalarda, seviyesi oldukça düşük, kirli bir dil kullanılmaya başlanmıştır. Tarafların birbirlerinin iddialarını, tezlerini, belgeli, delilli ve seviyeli bir şekilde çürütmesi yerine birbirlerine hakaret etmeleri ve birbirlerini tehdit etmeleri çok üzücüdür.

“Cahillikle”, “bilgisizlikle”, ilgili yasaları “okumamakla”, “hainlikle”, “fahişelikle”, “dün ter kokuyorlardı bugün parfüm” suçlamasıyla , “feodal yapıyı savunmakla”, “hanımları ile eşit haklara sahip olmayı içlerine sindirememekle”, “hanımlarının insanı muamele görmesine karşı olmakla”, “hanımlarını dövüp sövememekle”, “köleleştirip öldürememekle” suçlamak sıradanlaşmıştır.

Hakaret edici, suçlayıcı, itham edici dilin, camianın içerisinde ortaya çıkıp yaygınlaşmaya başlaması, düşündürücü ve üzücüdür.

  • Bu yaklaşım tarzı hangi mantığın, hangi zihniyetin doğal sonucudur?
  • Bu mantığın oluşmasının sebebi nedir?
  • Böyle bir mantığın, bu camiaya, bu ülkeye ve bu millete maliyeti nedir?
  • Genç nesiller bundan nasıl etkilenmektedir?

Dil bir iletişim aracıdır. Kullanılan kelimeler, kavramlar muhataplar arasında ki ilişkiyi ya kuvvetlendirir ya da bozar. Birçok kötülüğün, şerrin kaynağı yanlış, kötü dildir:

“Hz. Peygamber (sav.): Bir kişiye dilindeki fazlalıktan daha şerli bir şey verilmiş değildir!”

İnsanı ateşe, ülkeyi, toplumu kargaşaya sürükleyen, etrafa kin ve nefret saçan kötü bir dilden başkası değildir:

“Hz. Peygamber (sav.): İnsanları burunları üzerine ateşe sürükleyen, dillerin mahsulünden başka ne olabilir?”

Dil temizliği ve güvenliği, Müslüman’ın temel özelliklerinden biridir:

“Hz. Peygamber (sav.): “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mümin de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.” 

İnsanın bütün uzuvlarını etkileyen, onların üzerinde baskı kuran önemli

azalardan biri dildir. Ve en çok birbirini etkileyen iki organ da kalp ve dildir.

Kalp ve dilin bu ilişkisinden dolayı bir müminle mümin olmayanın kalpleri

ve dilleri birbirlerinden farklı olmak zorundadır:

“Hz. Peygamber (sav.): Mümin bir kimsenin dili, kalbinin arkasındadır. Konuşmak istediği zaman kalbiyle o şeyi düşünür, sonra diliyle onu geçiştirir; münafığın dili kalbinin önündedir. Bir şeyi kastettiğinde diliyle söyler, kalbiyle düşünmez.”

Dil aynı zamanda müminin dışa yansıyan ve dışta etkili olan, olması gereken yönüdür. Mümin, İslâm’ı şahsında temsil eden ya da temsil etmek zorunda olan insandır.

Bugün camiada kullanılan dil, ne milli değerlere, ne dini değerlere ne de “muhafazakâr” değerlere uygundur. Kendi kültür medeniyetinin değerlerine ters olan ve insanı ifsat edici bir dil kullanmak, hem yanlış hem de tehlikelidir.

Büyük Ortadoğu Projesi, Büyük İsrail Projesi, Yeni Dijital Dünya Düzeni Projesi, Kaos Projesi ve 2. Sevr Projesi kapsamında milletimiz ve ümmetimiz tamamen etnik ve mezhebi parçalara bölünmek ve çatıştırılmak istenmektedir. Bu nedenle En Güzel Tarzda Mücadele anlayışı, öncelikle Müslümanlar arasındaki ilişkilere yansımalıdır. Müslümanlar, öncelikle, en çok mümin kardeşine karşı affedici, merhametli ve şefkatli davranmalıdır. Sonra bu, dış çevreye doğru tüm insanları kuşatacak tarzda genişletilmelidir.

En Güzel Tarzda Mücadele demek, söylenmesi gerekeni söylemeyip susmak veya yalan söylemek değildir. Öfke ile söyleyip bir anlık deşarj olmak ise hiç değildir. Kendi kutsallarına saygı bekleyip başkalarının kutsallarına hakaret etmek de değildir.

En Güzel Tarzda Mücadele söylenmesi gerekeni, yapılması gerekeni en estetik, en hikmetli ve en basiretli bir şekilde, muhatabın kalbini etkileyebilecek ve etkilenip öğüt alabilecek bir üslupta, bir tarzda ifade etmek veya yapmaktır.

“Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini, söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.” (17 İsrâ, 53)

En Güzel Tarzda Mücadele kötülükleri iyilikle uzaklaştırabilmektir. Kendisine zulmedenleri hidayet yoluna bıkmadan, usanmadan, kin gütmeden çağırabilmektir. Bedduacı değil, duacı olmaktır.

O nedenle;

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” (16 Nahl, 125)

O nedenle;

“Resûlullah (sav.): “Allah’ım!  Senden doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalp diliyorum.” diyoruz.

Gelinen bu tarihi süreçte camianın ana görev ve sorumluluğu, “Allah’ın ipine sımsıkı yapışmak, dağılıp parçalanmamak” olmalıdır:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz Onun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.” (3 Âl-i İmrân, 103)

Henüz Vakit Varken!

 

UMRAN KÜLTÜR VE MEDENİYET HAREKETİ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir