18.10.2021 pazartesi akşamı ABD Büyükelçiliği; Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda Büyükelçiliklerini de yanına alarak yargı süreci devam etmekte olan “Gezi Parkı” olaylarının “yöneticisi”, “organizatörü”, “finansörü” olmakla suçlanan ve 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi tutuklusu “Sorosçu” Osman Kavala’nın “serbest bırakılması” için yaptıkları basın açıklaması; bu açıklamayı yapanlar, açıklamanın yapılış biçimi ve muhtevası bakımından Türkiye’de büyük tepkilere sebep olmuştur.
Sözü edilen basın açıklamasında; “Türk yargı sisteminde demokrasiye saygıyı, hukuk devleti ve şeffaflık ilkelerini gölgelediği” ifade edilerek; “Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda Büyükelçilikleri olarak Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle ve milli kanunlarıyla uyumlu şekilde, bu davanın adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın ‘derhal serbest bırakılması’nın sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz.” sözlerine yer verildi.
Taksim Kadife Darbe süreci ya da kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen olayların yöneticisi ve organizatörü olduğu belirtilen Osman Kavala’nın adreslerinde yapılan aramalarda elde edilen deliller, iletişim tespit tutanakları, fizikî takip tutanakları, dijital inceleme tutanakları, şüpheli hakkındaki ifadeler, telefonunda bulunan suç içerikli fotoğraflar; PKK’yı aleni olarak destekleyen İMC TV’de yayına katıldığı; Gezi provokasyonuna katılan şahıslara maddi yardımda bulunduğu ve 15-16 Temmuz tarihlerinde Büyükada’da içlerinde darbe yöneticilerinden Henry Barkey’in de bulunduğu yabancı uyruklu kişilerle irtibat kurduğu ve 15 Temmuz darbe teşebbüsüne katılmak suretiyle ‘Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs’ ve ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini görevini yapmaya engellemeye teşebbüs’ yönünde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtildi. Ayrıca, Kavala’nın Gezi olayları ile ilgili yurt dışında gerçekleştirilen bazı toplantılara da katıldığı belirlendi.
Muhtelif vesilelerle ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından, 54 ABD senatörünün imzasıyla Başkan Joe Biden’e gönderilen mektupla, AB Konseyi’nin ve son olarak da ABD Ankara Büyükelçiliği organizesi ile on ülkenin basın bildirisi hazırlayarak henüz yargı süreci tamamlanmamış Osman Kavala’nın “derhal serbest bırakılması”nın istenmesi, Türkiye’nin yargısına baskı yapma, egemenliğine ve iç işlerine müdahale etme anlamı taşımaktadır.
Nezaket kurallarına, teamüllere, milli ve uluslararası ilişkilere / diplomasiye aykırı, kabul edilemez bu durumu, Boğaziçi Kadife Darbe Sürecine dış destek amaçlı saygısız bir girişim olarak düşünüyor ve şiddetle kınıyoruz.
Bu hadsizliği gösteren büyükelçileri, Türkiye istenmeyen adam (Persone non Grata) ilan etmelidir.
15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişiminde 251 kişinin ölümüne, iki binin üzerinde yaralı ve sakat bırakılmasına sebep olan bir örgüt liderinin (Fethullah Gülen) Türkiye’ye iade edilmesi ile ilgili defalarca istekte bulunup çuvallar dolusu deliller verildiği halde o şahsı ülkesinde tutuklamayan, hakkında dava bile açmayan bir devlet (ABD), hangi yüzle ve ne hakla bir T. C. Vatandaşının (Osman Kavala) yargılanmasına karışabilir? Ve ne hakla “derhal serbest bırakılması” şeklinde uluslararası diplomatik teamüllere ve nezakete aykırı bir talepte bulunabilir. “Derhal” kelimesini kullanmakla, kendilerini Türkiye’deki yargının üstünde bir konuma koymuşlar ve Türkiye’ye emir vermeye kalkarak hadlerini aşmışlardır.
Ellerinde milyonlarca masum Kızılderili’nin ve Afrikalı siyahinin kanı bulunan; insanların derilerinin rengine göre değerlendirildiği ve güçlünün haklı, güçsüzün haksız olduğu bir anlayışın hâkim olduğu, insan hakları ve hukuk ihlallerinin ayyuka çıktığı ülkeler; bunu, hangi hak ve yüzle Türkiye’ye söyleyebiliyorlar?
George Floyd ve onun gibi pek çok masumun, polis tarafından katledildiği bir ülkenin insan haklarından bahsedip başka ülkeleri suçlaması, ancak başta ABD olmak üzere Batılılara has bir yüzsüzlük olabilir.
Kanada’da binlerce yerli çocuğun öldürülüp kilise bahçesine gömülmesi, 216 bin çocuğa kiliselerde tecavüz edilmesi yüz karalığını taşıyanlar, bütün Afrika’yı bir katliam ve sömürü kıtasına dönüştürenler, önce halklarla yüzleşmeli, onlara hesap vermeli, maddi ve manevi tazminat ödemelidirler.
Afganistan, Irak, Suriye, Vietnam ve dünyada milyonlarca insanın kanına giren, insanlığa yıkım ve zulümden başka bir şey getirmeyen şer ittifakının başı ABD’nin bunu bize söylemeye hakkı yoktur ve olamaz da…
Türkiye’nin de spekülasyonları önlemek için dört yıldır devam eden bu davayı, herkesi ikna edecek şeffaflıkta ve en kısa zamanda karara bağlaması gerekir.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu diplomatik muhtıra girişiminin amacının Türkiye’yi, dünya ülkeleri nezdinde bir sömürge ülkesi statüsünde gösterme ve karalama girişimi olarak görüyoruz.
Bu kampanyanın ve bu saldırının Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın Afrika ülkelerine yaptığı ziyarete denk getirilmesi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken düşmanca bir teşebbüstür.
Bu vesile ile her şartta bize düşmanlığını açık bir şekilde ortaya koyan ABD ve bazı AB Ülkeleri; Türkiye’nin dostu değil, düşmanı olduğu artık kabul edilmelidir. Onları halâ dost olarak gören yöneticilerimiz –varsa- bu yaklaşımlarını tekrar gözden geçirmeli ve yeni duruma göre yeni politika ve stratejiler geliştirip uygulamalıdırlar.
Bu basın bildirisi, Atina’da “İngiltere’nin Atina, Kıbrıs Rum yönetimi ve Ankara Büyükelçilerinin, Yunan Hükümeti bakanlarının, ana muhalefet Syriza Partisi temsilcilerinin, gazete yayın yönetmenlerinin, köşe yazarları ve analistlerinin bir araya gelip Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tartışıldığı bir toplantının (16 Ekim 2021) devamı olarak ele alınıp değerlendirilmelidir. O nedenle 10 ülke Büyükelçilerinin bu densiz girişimleri, Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinin yeni bir aşaması olup kadife darbenin iç paydaşlarına, dış destek sağlamak amaçlıdır. Bürokrasi ile ilgili tartışmaların yoğunlaştığı bir evrede, Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan Rektör Prof. Dr. Naci İnci’nin rektörlüğünün iptal edilmesi için Danıştay’a yapılan başvuru da sürecin bir devamı olarak görülmelidir.
Türkiye’de hiç kimse dış güçlerin işbirlikçisi durumuna düşmemeli ve Türkiye kendi içinde (iktidar ve muhalefet) bütünleşmelidir. Türkiye, özellikle uluslararası meselelerde bir ve bütün olarak hareket etmelidir.
Bunun için hak ve adalet her işin merkezine alınmalı ve sistem kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre yeniden yapılandırılmalıdır.
AB uyum yasaları ve uluslararası sözleşme ve anlaşmaların elimizi, kolumuzu bağladığı asla unutulmamalıdır.
Henüz vakit varken, yarın çok geç olabilir!
UMRAN KÜLTÜR VE MEDENİYET HAREKETİ