Güçlü devlet geleneğine sahip olan Türkiye’nin son zamanlardaki krizleri bu geleneğe uygun ve geleneği haklı çıkartacak tarzda yönetmemekte ya da yönetememektedir.
Taksim Kadife Darbe Süreci, “Arap Baharı (!)”, Suriye Göç Olayı, 15 Temmuz Sosyolojik Savaş Amaçlı Askerî Darbe Girişimi gereği gibi okunamamış ve okunamadığı için de süreç iyi yönetilememiş ve sürekli gayrimemnun üretilmiştir.
Yukarıdaki dört büyük olayı zamanında iyi görmüş ve anlamış olan Umran Kültür ve Medeniyet Hareketi yerinde ve zamanında gerekli teklifleri yaparak üzerine düşen sorumluluğu –“Allah’a hesap vereceğimiz günü” göz önüne alarak- yerine getirmiştir. Türkiye’nin koronavirüs salgınına karşı verilen mücadeleyi başarılı bir şekilde yönettiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte son günlerde verilen mücadelede bazı zafiyetler ortaya çıkmaktadır. Koronavirüs salgını ile birlikte Dünyada başlatılan psikolojik harekâtın Türkiye üzerinde büyük bir etkisi olduğu görülmektedir.
Tek bir merkezden ve tek ses olarak yönetilmesi gereken süreç, niçin çok sesli bir karmaşaya dönüşmüştür? anlaşılamamaktadır.
Cumhurbaşkanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı ve Bilim Kurulu sanki birbirinden kopuk bir şekilde çalışmaktadır. İçişleri Bakanını istifaya götüren süreçten Futbol Federasyonunun kararına, Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu üyelerinin haberdar olmadığını söylemeleri, özellikle Bilim Kurulu üyelerinin birbirleri ile tezat teşkil eden açıklamaları, sürecin yürütülmesinde bazı sıkıntıların var olduğunu göstermektedir.
Süreç yönetiminde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, halkın psikolojisinin iyi takip edilmesi, hissedilmesi ona göre tutum, tavır ve tedbir alınmasıdır. Her kafadan çıkan ve birbirleri ile tezat dolu olan açıklamalar, toplumsal psikolojiyi olumsuz yönde etkilemekte ve verilen mücadeleye olan güveni zedelemeye başlamaktadır. Bu daha büyük bir tehlikedir.
Kurulduğu andan itibaren Bilim Kurulu üyelerinin TV kanallarında gözükmeleri, basına rastgele demeç vermeleri, sosyal medya üzerinden görüş bildirmeleri ve daha da vahimi hepsinin birbiriyle olan çelişkili açıklamaları, milletimizin kafasında ciddi manada soru işaretlerine sebebiyet vermekte, halkı paniğe, ümitsizliğe ve karamsarlığı sürüklemektedir.
Bu tehlikeyi zamanında gördük ve fakat tam açıklama yapacağımız zaman, tehlikeyi gören MHP Lideri Devlet Bahçelinin, 27 Mart tarihinde sosyal medya hesabından yaptığı “Aziz milletimiz, Bilim Kurulu’nun değerli üyelerinin hangi birisine kulak versin? Hangisine itibar etsin? Hangisini dikkate alsın? Karşımızda bir karmaşa vardır. Bu çerçevede ihtiyaç varsa Bilim Kurulu’ndan bir sözcü tayin edilerek beyanat enflasyonun önüne geçilebilecektir.” açıklama, basın açıklaması yapmamıza gerek bırakmamıştır.
Süreç içerisinde bu açıklamanın, kimse tarafından dikkate alınmadığı görülmüştür. O nedenle bu basın açıklamasını yapmanın yararlı ve gerekli olduğuna inanıyoruz.
Bilim Kurulu üyelerinin Nisan ayından itibaren bugüne kadar, TV kanallarında görüş bildirmeleri veya basına verdikleri demeç sayısı –tespit edebildiğimiz kadarıyla– elli sekizdir.
Bilim Kurulu üyelerinin rastgele açıklamalarının neden olabileceği tehlikenin görülebilmesi açısından, bazı Bilim Kurulu üyelerinin yaptığı açıklamalardan bir kesitini aşağıda vermekteyiz:
- “Aşı ile ilgili çok umutlu olamıyoruz. Salgın iki yıl sürebilir.”
- “Aşıyı bulmak da yetmeyecek. Buldunuz diyelim, etkin mi, değil mi? diye insan ve hayvan çalışmaları yapmak lâzım.”
- “Aşı bulununcaya kadar dalgalar halinde devam edecek.”
- Aşı bulunmayacak, sürü bağışıklığı oluşuncaya kadar yayılacak.”
- “Mutasyonlarla bağışıklıktan kurtulup, devam edecek.”
- Örneğin biz herkesi hasta ederek kontrol etmiyoruz. Vatandaşın yüzde 90’ı içeriye kapandı diyelim, salgın yüzde 10’un içinde dönüyor. Sonra siz tamam herkes sokağa çıksın dediğinizde o yüzde 90 bağışık olmayacağı için her an virüs tekrar girebilir ve tekrar salgın başlayabilir.”
- “Türkiye’de 36 bin hayalet koronavirüs taşıyıcısı olabilir.”
- “Önümüzde bir satranç tahtası var ve biz virüsle satranç oynuyoruz. Her hamlemiz sonrası virüs de bir hamle yapıyor. Koronavirüsün kendisinde bulunduğunun farkında olmayan 400 bin civarında insan aramızda dolaşıyor.”
- “Bir buçuk aydır topluluk olan yerlere gitmeyin ve AVM’lerin oluşturacağı risklerden bahsediyoruz. İlk gün açıldığı zaman 1 milyon 400 bin kişi buralara gidiyor. Ben inanın anlayamıyorum ve bazen biz boşuna mı konuşuyoruz, diye düşünüyorum. Siz de ben de istifa edelim, programlara artık çıkmayalım.”
Her ne kadar rakamlar arasında ciddi bir tezat olsa da, bu verileri veren bir akademisyenin elinde sağlam deliller vardır, diye beklenir.
Çok daha önemlisi şu ifadelerdir:
“Vatandaşın yüzde 90’ı içeriye kapandı, diyelim salgın yüzde 10’un içinde dönüyor. Sonra siz tamam herkes sokağa çıksın dediğinizde o yüzde 90 bağışık olmayacağı için her an virüs tekrar girebilir ve tekrar salgın başlayabilir.”
Bilim Kurulu üyesinin bu ifadesi, bugün uygulanan “Evde kal!” tedbirini anlamsız, geçersiz kılmıyor mu?
Bilim Kurulu üyesinin kamuoyu ile paylaştığı tehlike, onlara taşımaları gereken sorumluluğun derecesini göstermesi açısından önemlidir:
“’Koronavirüs salgını korku sendromu oluşturmaya başladı.’ diye söylemiştim. Gerçekten de bu öngörü doğru çıkıyor gibi. Kendi yakınımız olan hastalar da oldu. Hastahanede çalışan kişiler de oldu. Psikolojik olarak bir düşüklük oluyor. İnsanlar, hastalıktan asla kurtulamayacağı düşüncesi ile bize geliyorlar.”
Bilim Kurulu üyeleri bu gerçeği göz önüne alarak konuşmaları ve davranmaları gerekmez mi?
Eğer Bilim Kurulu üyelerinin bu tavrına müdahale edilmezse koronavirüs salgınından yararlanarak bir “Dijital Dünya Düzeni Kurmak” isteyenlerin ekmeğine yağ sürülecektir. Asıl tahribat, virüs salgınından ziyade yürütülen psikolojik harekât tarafından yapılmaktadır. O nedenle ilk basın açıklamamızda yer verdiğimiz şu noktayı önemine binaen tekrar hatırlatmak istiyoruz:
“Dünyanın her tarafında aynı anda başlatılan kampanya, çok ciddi ve merkezi bir psikolojik harekâtın ürünüdür. Adeta bir merkezden düğmeye basılmış, tüm psikolojik harekât ajanları, uyuyan hücreler harekete geçmiştir. Yürütülen kampanya, koronavirüs salgınının tahribatından daha büyük bir tahribat yapmaktadır. Sular durulduğunda psikolojik harekâtın tahribatı daha iyi görülecek ve de anlaşılacaktır. Bu denli yoğun psikolojik harekât, arka planda bir şeylerin planlanıp yürürlüğe sokulmak istendiğinin bir göstergesidir.”
Bilim Kurulu üyeleri bu kafa karıştıran fotoğrafı görmeli ona göre davranmalıdırlar. Aradaki ihtilaflı konuşmalar kafa karıştırmakta ve Bilim Kurulu’nu işlevsiz hale getirmeye başlamaktadır. Bunun için ilk yapılacak iş, Bilim Kurulu’nun işleyişine bir çeki düzen vermek olmalıdır. Çalışma kuralları belirlenmelidir.
Süreç, sadece bir virüsün neden olduğu bir hastalıkla mücadele değildir. Süreç, askerin kullanılmadığı, psikolojik, biyolojik, sosyolojik ve ekonomik 3. Dünya Savaşı’dır. Bu sürecin ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve siyasal sonuçları olacaktır. Bunun iyi okunması gerekmektedir. Bunu en iyi okuması gerekenler de Bilim Kurulu üyeleri olmalıdır.
Asıl sorun, sürecin ortak akıldan oluşan tek merkezden ve birbiriyle uyumlu tek ses olarak yönetilmemiş olmasıdır. O nedenle Korona Virüs salgınının bu boyutları göz önüne alınarak salgınla mücadele yeniden yapılandırılmalıdır:
O nedenle koronavirüs salgınının bu boyutları göz önüne alınarak salgınla mücadele yeniden yapılandırılmalıdır:
- Koronavirüs salgını küresel bir biyolojik savaş durumudur.
O nedenle koronavirüs salgının neden olduğu kriz, ortak akıldan oluşan tek merkezden, tek ses ve tek yürek olarak yönetilmelidir. Oluşturulan kriz masalarında, biyolojik saldırı ve savunma, psikolojik harekât, sosyolojik savaş ve halkla ilişkiler konusunda uzman olan sivil asker insan unsuru mutlaka bulundurulmalıdır.
- Merkezi Kriz Masasına bağlı, yeni bir Bilim Kurulu oluşturulmalıdır.
Bütün bu kurullarda iktidar ve muhalefet partilerini temsil eden birer siyasetçinin olmasında fayda vardır. Gerek Merkezi Kriz Masasının ve gerekse Bilim Kurulu’nun birer sözcüsü ve Çalışma Yönergesi olmalıdır. İlkeler belirlenmelidir. Her kafadan bir ses çıkmamalı, toplumun kafası karıştırılmamalı, morali bozulmamalıdır. Kurul üyeleri şahsî düşüncelerini, TV kanalları, basın veya sosyal medya hesaplarından paylaşmak yerine, kurullarda açık ve net olarak ortaya koymalı, Allah’a, gelecek nesillere ve tarihe karşı sorumlu olduklarını unutmamalıdırlar.
- Yeni Biyolojik saldırılar gelebilir.
O nedenle Türkiye, bu krizden ders almalı biyolojik savunma sistemi varsa onu güncellemeli ve kuvvetlendirmeli, yoksa acilen kurmalıdır.
- Siyasi Partiler, STK ve Gönüllü Kuruluşlar, Cemaatler, Hareketler, kanaat önderleri, akademisyenler, gazeteciler bu süreci bir seferberlik hali olarak görmeli, gerilimi artırıcı dil ve söylemden uzak durmalıdırlar. Yapacakları her türlü hatırlatma ve önerileri, tatlı bir dil, üslupla yapmalıdırlar. Herkes sosyal medyayı bu kapsamda dikkatli olarak kullanmalıdır.
- Hiçbir siyasi yapı, süreçten özel bir menfaat bekleme psikolojisine girmemelidir.
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere yönetici kadrolar, Parlamento’da grubu olsun ya da olmasın diğer siyasi partilerin fikirlerini ve görüşlerini almalıdırlar. Muhalefet partileri öngördükleri çözüm ve tedbirleri, belli bir nezaket içerisinde yönetime ve kamuoyuna duyurmalıdırlar. Bu anlamda iktidarı ve muhalefetiyle, hiçbir ayrım gözetmeksizin herkes, milletin sağlığı ve selametinde birleşmelidir. Bugün bu, geleceğe dair alınması gereken en önemli sorumluluktur.
- Koronavirüs salgını ile ilgili tüm dünyada yürütülen yıkıcı, tahrip edici bir psikolojik harekâtın/savaşın sonucu olarak, insanlar çok hassaslaşmış ve adeta “panik atak” olmuşlardır. Bu insanlara mümkün olduğunca, zamanında ve tek merkezden bilgi vermek gerekir. Sade, ümit verici, gerçekçi, şefkatli, dürüstçe, sorularına ve sorunlarına açık bir şekilde cevap vermek rahatlatıcı ve sakinleştirici etki yapar. Bu nedenle Bilim Kurulu’nda bu konu ile ilgili gerekli uzmanlar bulunmalıdır.
- Kriz ile ilgili her türlü müdahalede merhamet ve adalet üzere hareket etmek zarureti vardır. Taraflı davranılıyor, imaj ve intibaı, sürecin yönetilmesinde son derece tahripkâr olur. Özellikle yönetici kadrolar, böyle bir imaj ve intiba oluşturmaktan kaçınmalıdırlar. Birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz şu mahsur günlerinde, “Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” ile “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” veciz sözleri, bugün daha bir önem arz etmekte ve daha bir anlam ifade etmektedir.
- Türkiye’nin öncelikle ele alması gereken hatta seferberlik ilan etmesi gereken konu, yerli ve milli bir aşı sistemi kurmak ve geliştirmektir. Bu, devletin sorumluluğunda gerçekleştirilmelidir. Türkiye’nin böyle bir insan potansiyeli olduğuna inanıyoruz. Bilim Kurulu sadece bugün ile ilgili değil, geleceğe dönük sağlık politikaları ile ilgili de bir yol haritası ortaya koymalıdır.
Virüs salgını ile ilgili dışardan gelecek aşıların, kısırlık yaptığına ilişkin çok ciddi iddialar vardır. Bu nedenle Batı menşeli aşıların gelecek nesiller üzerinde yapacağı tahribat çok büyük olabilir.
- Türkiye’nin kılcal damarlarına yerleşmiş uyuyan virüsler, gizli bir el, gizli bir güç vardır. Her kriz döneminde bunlar, bağlı oldukları merkezlerden aldıkları emirlerle krizi derinleştirmekte ve yöneticilerin elini bağlamakta, sürekli gayrimemnun üretmektedirler. Mücadelede bu tehlike göz önünde bulundurulmalıdır.
- Bu dönemde yapabilecekleri en büyük tahribat girip, akciğer veya başka hastalıklardan ölenlerin tümünün koronavirüs salgınından dolayı öldüğü, imaj, intiba ve kanaatini oluşturmak olabilir.
Bu nedenle Kriz Masasında otokontrol mekanizması oluşturulmalıdır. Bilim Kurulu buna ilişkin bir yol haritası belirlemelidir.
HENÜZ VAKİT VARKEN!
UMRAN KÜLTÜR VE MEDENİYET HAREKETİ