Son yıllarda Batı’da, özellikle Avrupa’da Türkiye’ye ve Müslümanlara karşı “Yükselen Irkçılık, İslamofobi ve Yabancı Düşmanlığı” söylemleri fiiliyata ve şiddete dönüşmeye başladı. Halk ve çeşitli örgütler seviyesindeki bu düşmanlık ülkelerin yönetimlerini de içine alacak şekilde hiçbir ölçü, ilke ve teamül tanımadan, sistematik olarak yürütülmektedir. Bunun bir yansıması olarak da son günlerde Avusturya’da, Almanya’da, Belçika’da başlayan açık ve aleni düşmanlıklar ve saldırılar şimdi de Hollanda’da kendini göstermeye başladı.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Rotterdam’daki vatandaşlarımızla bir araya gelmesini engellemek için uçağının Hollanda’ya inmesine izin verilmemesi; ardından karayoluyla Almanya’dan Rotterdam’a geçen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Fatma Betül Sayan Kaya’nın da Konsolosluğumuza 30 metre kala durdurulması, Konsolosluğa sokulmaması, arabasının çekilmeye çalışılması, korumalarının gözaltına alınması, bir buçuk saat polis karakolunda bir suçlu gibi tutulması, Almanya sınırına kadar Hollanda polisinin eskortluğunda götürülerek sınır dışı edilmesi; Bakan’a destek için toplanan vatandaşlarımıza polisin sert müdahalede bulunması, tazyikli su, itleri ve gorilleriyle saldırılması sonucunda yedi kişinin yaralanması hiçbir diplomatik ve uluslararası teamüllere sığmaz. Bu tutumuyla “Hollanda, savaş halindeki ülkeler arasında bile yaşanmayacak bir rezalete imza attı.” Bir “utanç gecesi” yaşattı bize…
Terör örgütlerinin ve Türkiye düşmanlarının her çeşidine kucak açan ve onlara her türlü imkânı tanıyan Hollanda, Almanya, Belçika, Avusturya, Danimarka, Fransa vb. AB ülkeleri, bize karşı olan düşmanlıklarını, kin ve nefretlerini her fırsatta gösteriyorlar.
Bu olayların yaşanmasına sebep olan başta Hollanda olmak üzere, Almanya, Avusturya ile onlara destek veren AB ülkelerini şiddetle ve nefretle kınıyoruz…
Bu olayları sağlıklı değerlendirebilmek için, özellikle son yıllarda meydana gelen birkaç hususa dikkat çekmemiz gerekir.
Varşova Paktı’nın yıkılmasından sonra, 1991 yılında NATO, Yeni Stratejik Konseptini İSLÂM ve MÜSLÜMAN düşmanlığı üzerine kurdu. Düşman tanımlama rengini Kızıl’dan Yeşil’e çevirdi.
11 Eylül 2001’de İkiz Kulelerin ABD derin devleti tarafından vurulması sonucu İslâm’a ve Müslümanlara karşı savaş ilan edildi. Ve bu savaşın yüz yıl sürecek bir Haçlı Savaşı olduğunu ABD Devlet Başkanı belirtti. Ardından; halkı Müslüman olan 22 ülkenin hudutlarını değiştirecek olduklarını ilan ettiler. Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da ve İslam Coğrafyasında beş milyon Müslüman öldürüldü.
28 Şubat’la başlayıp, Reyhanlı, Taksim, 17-25 Aralık olayları ile devam eden ve
15 Temmuz Sosyolojik Amaçlı Askeri Darbe Girişimi ile tırmanan ve PKK, FETO, DHKP-C, DAEŞ gibi Taşeron örgütler kullanılarak yürütülen savaşın temel amacı; Türkiye’ye boyun eğdirme, diz çöktürme ve iç savaşa sürüklemektir.
Bütün bu olaylar, asıl büyük savaşın yansımasından başka bir şey değildir. Hz. Adem’le İblis arasında başlayan Hakk ile Batıl arasındaki Değer Eksenli Mücadele günümüzde de tüm yönleriyle devam etmektedir. Bunu tüm ilişkilerimizde unutmamalıyız.
ABD, İngiltere, AB, İsrail/Siyonizm, NATO, Vatikan kısaca ŞER İTTİFAKI bu kanuniyet gereği, Müslümanlara savaş ilan ettiler. Stratejik ortağımız olarak iddia edilen ABD düşmanımız olan PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’ye yardım yapıyor. Onları eğitiyor, modern silahlarla donatarak bize karşı kullanıyor. Bu durumu engellemenin yollarını araştırmalıyız.
Yaklaşık 60 yıldan beri Türkiye’yi AB kapısında bekletiyorlar. Biz onlardan olmadığımız müddetçe onlar bizi kabul etmeyecekler. Bu normaldir. Anormal olan bizim hâlâ o kapıdan bir şeyler beklememizdir.
Öncelikle; AB üyelik görüşmelerini askıya almalıyız. Avrupa Uyum Yasaları ve AB ile yapılmış tüm sözleşmeleri iptal etmeliyiz. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın ekonomik imkânlarını ülkemize getirmenin yollarını araştırmalıyız. ABD, İngiltere, AB, İsrail/Siyonizm, NATO, Vatikan kısaca ŞER İTTİFAKI ülke/kuruluşları ile ilişkileri gözden geçirmeliyiz.
Müslümanlar arasında birlik ve dayanışmayı sağlayacak tedbirler almalıyız. Bunun için öncelikle yeniden D-8 gibi projeleri harekete geçirmeliyiz.
Bilinmelidir ki; Türkiye’nin ve İslâm coğrafyasının izzet ve şerefi, değerlerimiz istikametinde, kültür ve medeniyetimizi yeniden kurmaktan geçmektedir.
UMRAN KÜLTÜR VE MEDENİYET HAREKETİ