Metin Alpaslan – Umran Dergisi/Kasım 2024-363. Sayı
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, partisinin grup toplantısındaki “Her türlü hizmete hazırım’ diyen terörist başı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin. Terörist başı işin içinde olmazsa bir şey çıkmaz diyenlere sesleniyorum. Eğer terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, ‘Umut Hakkı’nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın. Ne Kandil ne Edirne… Adres İmralı’dan DEM’e uzansın, terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın. Hodri meydan, buna varız.” sözleri bir anda Türkiye’nin gündemine bomba gibi düştü.
Böyle bir konuşmanın Türkçü-milliyetçi tabanın en köklü kuruluşu olan bir partinin lideri tarafından yapılması şayanı dikkat bir durumdu. Ardından gelen fırtınalı tartışmalardan kafaların karıştığını, “Neler Oluyor?” diye sorulmaya başlandığını gördük. Hatırlanacağı üzere, 30 Haziran 2007’de Bahçeli Erzurum Meydanı’nda Erdoğan’a hitaben “Oğluna gemi alacak para buluyorsun, asacak ip mi bulamıyorsun, alın o zaman şu ipi de asın!” diyerek kalabalığa ip fırlatmıştı. Abdullah Öcalan’ı idam et, diye kürsüden ip fırlatan Bahçeli şimdi Öcalan’ı Meclis’e davet ediyordu. O noktadan bu noktaya gelmek gerçekten şaşırtıcıydı. DEM Partililer bile “Biz bu kadar beklemiyorduk!” dediler.
Türkiye’yi uzun süredir uğraştıran terör meselesinin kökten çözülmesi için ortaya konulan bir gayret şeklinde tanımlayacağımız bu süreç TUSAŞ’a yapılan menfur bir saldırı ile sabote edilmeye çalışıldı. Eşref Bitlis suikastı, Madımak, Başbağlar, İskenderun saldırısı, Bingöl katliamı gibi geçmişteki olayları hatırlayalım. Türkiye ne zaman çözüme yönelik bir adım atsa, ne zaman kritik bir dönüm noktasına gelse hemen hain fay hatları harekete geçirilmektedir.
Bahçeli’nin Uzattığı Eli Nasıl Okumalıyız?
Türkiye büyük meydan okumalarla karşı karşıya bir ülke durumundadır. Bölgemizde haritalar yeniden çizilmeye çalışılırken değişik ittifaklar ve iş birlikleri ezber bozan bir hâlde şekillenmektedir. Çevremizi kuşatan küresel tehdit yavaş yavaş sınırlarımıza dayanmışken, 40 yıldır ülkemize ağır bedeller ödeten kangrene dönüşmüş bir meseleye neşter vurmak gerekiyordu. Bahçeli’nin çıkışını sadece Cumhur İttifakı’nın bir girişimi şeklinde görmek mümkün değildir. Eğer ortada bir devlet aklı ve siyaseti yoksa hiç kimse bu kadar ileri gidemezdi. Bu konuşmanın devlet katında bir dizi istişare ve mutabakat sonucunda planlandığı ve yapıldığı anlaşılmakta, bir iki günlük bir düşüncenin ürünü olmadığı görülmektedir.
Bahçeli bugüne kadar yaşananları sineye çekerek, siyasi hayatının bitmesini göze alarak Öcalan’ı Meclis’e davet etmiştir. Müsavat Dervişoğlu’nun kürsüden ip fırlatmasının halk içinde bir tabanı olduğu göz ardı edilmemelidir. Buna rağmen Bahçeli, “Hiçbir alçak eylem süreci etkilemeyecektir!” diyerek kararlılığını göstermekten geri durmamıştır. Bahçeli’nin Öcalan’ı denkleme dâhil etmesini; a) Edirne-Kandil hattında oluşturulmaya çalışılan kurguyu kırma, b) Öcalan’ın DEM, Kandil ve PYD üzerindeki etkisini görme, c) Yaklaşan İsrail tehdidine karşı devletin “iç cepheyi tahkim etme” ve içeride birlik olma çağrısı şeklinde okuyabiliriz. Ayrıca, bölgesel savaş tehdidi ihtimaline karşı dış politikaya yönelik bir hamle olarak görmek gerekiyor.
Devletin Öcalan ile bir mutabakat sağlaması ABD’nin asla hoşuna gitmez. Çünkü bölgeyi terk etmesi ve şeytanlıklarına son vermesi sonucunu doğurur. O yüzden TUSAŞ saldırısını yaptılar. Bu eylem bunların ne mal olduğunu, beyanatlarında samimi olmadıklarını, kandan beslendiklerini göstermiştir. ABD sinsi tezgâhı ile PKK’yı terör örgütü ilan ederken YPG’yi büyüttü. PKK uluslararası boyutta terör örgütü ilan edildiği için onun yerine ikame edeceği bir örgüt lazımdı. PKK ve Kandil ‘kendimi feshettim’ dese bile terörü bitirmeyeceklerdir. Bölgede yeni bir İsrail kurmak istemektedirler. Böyle bir yapılanmaya karşı harekete geçecek olan Türkiye’yi Suriye’nin kuzeyinde işgalci konumuna düşürmek istemektedirler. Devlet bölgede tehlikenin gittikçe büyüdüğünü gördüğü için Öcalan hamlesini yapmıştır.
Ayrıca, Öcalan’ın cezaevindeki 25. yılında Bahçeli’nin yaptığı çağrıda AİHM’nin 18 Mart 2014 tarihinde Öcalan’la ilgili aldığı kararın da etkisi olabilir. “Vinter” içtihadı denilen bu karara bakıldığında, AİHM müebbet hapis mahkûmlarının cezaevinde 25 yılı tamamlamasını “cezayı gözden geçirme” için makul bir süre görüyor. AİHM’nin bu kararı, bu yıl Öcalan için “serbest bırakılma ihtimali” ve “cezanın gözden geçirilmesi” hususlarını içeriyor. Öcalan’ın mahkûmiyeti 1999 yılında başladığı için, 25 yıllık bekleme dönemi 2024 yılında dolduğundan, Türkiye her hâlükârda Öcalan’ın cezasını bu yıl gözden geçirmek durumunda olacaktı.
Bölgesel Kaos Stratejisi
Bölgenin haritaları yeniden kanla çiziliyor. ABD Türkiye’nin dört bir yanını kuşatmış vaziyettedir. Türkiye ve İran hariç bölgeyi paramparça ettiler. İran istihbaratı delik deşik olmuş durumdadır. ABD ve İsrail’in PKK/YPG/PYD ile Suriye’de kurguladığı kirli oyun bir bölgesel kaos stratejisidir. Örgüt ABD şemsiyesi altında Suriye’de güçlendi. Emperyalist güçler uzun yıllardır oraya milyarlarca dolar yatırım yaptılar. Son model ağır silahlarla donattılar. Terörün sona ermesine kolay kolay razı olmayacaklardır. İsrail sadece Mısır, Suriye, Lübnan’a doğru büyümüyor. İsrail’in arz-ı mevud (vaat edilmiş topraklar) emeli vardır. Bunun için sözde bir “Bağımsız Kürdistan” hedefini kendi ideali için araçsallaştırmaya çalışmaktadır. Birtakım kullanışlı örgütlerle ortalığın karıştırılması, Türkiye’nin bataklığa çekilmesi istenmektedir. Saldırı için Türkiye’de seçtikleri yer, bizim adı konulmamış bir savaşta olduğumuzu göstermektedir.
CENTCOM’un patronajı altında hareket eden PKK ve türevleri artık Kürtlerin meselesi ile ilgilenen bir örgüt değildir. Bu işin Kürtlükle bir ilgisi kalmamıştır. PKK maşadır, emperyalistlerin isteği doğrultusunda hareket eden taşeron bir örgüttür. Bu ülkenin asli unsuru olan, Malazgirt’te, Çaldıran’da, İstiklal Savaşı’nda Türk kardeşiyle omuz omuza çarpışan Kürt evladı ABD ve İsrail’in piyonu olamaz. PKK aparatının Kürt halkı ile bir alakası kalmamıştır. Bu oyunu bozmak için milletçe elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekmektedir.
Kukla da belli kuklacı da bellidir. Daha önce de Öcalan açıklama yapmış, mektup göndermişti ama terör bitmemişti. Demek ki Öcalan sanıldığı kadar önemli bir irade değildir. İrade ABD’nin elindedir. Daha önceki çözüm sürecinde de devlet elinden geleni yaptı ama terör sürdü. ABD ve İsrail’in kuklası bu örgüt öyle veya böyle teröre devam ettirilecektir. İsrail yayılmacılığını destekleyen PKK bir araç, bir aparattır. Kullanım süresi bittiği zaman da bir tuvalet kâğıdı gibi bir kenara atılacaktır.
TUSAŞ’a Saldırının Nedenleri
Mesele çok boyutlu değerlendirilmesi gereken bir meseledir. Hem zamanlama hem de muhtevası itibarıyla Türkiye’nin aşağıda sıraladığımız içeride ve dışarıda başlattığı hamleleri hedef almaktadır.
- Büyük İsrail projesine karşı çıkmak
- BRICS ve Şanghay İş Birliği Örgütü ile ilişkiler kurmak
- Türk Devletleri Teşkilatı’nı hayata geçirmek
- Terörün belini kırmak
- PKK’nın Irak ve Suriye’de sıkışması
- Bahçeli’nin ezber bozan hamlesi
Ve hepsinden önemlisi Türk savunma sanayiinin geldiği nokta. PKK/YPG terörünü kıran, onlara en büyük zayiatı verdiren İHA ve SİHA’lar Türkiye’nin medarı iftiharı bu kuruluşta üretilmektedir. Türkiye’nin en önemli savunma sanayi kuruluşu TUSAŞ, aynı zamanda Anka, Aksungur, Atak, Gökbey, Hürjet, Hürkuş ve millî muharip uçak KAAN’ı üreten bir kuruluş olarak dünyadaki dikkatleri üzerine çekmektedir. Ayrıca hâlihazırda üzerinde çalıştığı Anka-III, Ağır Sınıf Taarruz Helikopteri, T-70 Genel Maksat Helikopteri ve benzeri 50-60 proje var. Geliştirilmiş milli yazılımlarımız var. Bazı ülkelerle şimdiden alınacak siparişler için görüşmeler yapılıyor. Suudi Arabistan KAAN’ı inceliyor.
TUSAŞ, millî ve yerli imkânlarla geliştirdiği hava platformlarıyla Türk savunma sanayiinin omurgasını oluşturan bir kuruluşumuzdur. Türkiye’nin göz bebeği olan böyle cazibeli bir yere saldırma cüretini göstermenin sembolik bir sebebi vardır. Bağımsızlaşan savunma sanayiinin kalbine piyonlar vasıtasıyla saldıran ABD ve İsrail bize bir mesaj gönderiyor. TUSAŞ ürettiği araçlar sayesinde örgütün canını çok yaktı. Hareket kabiliyetleri çok zayıfladı. İşte PKK herhangi bir güç kaybı yaşamadıklarını göstermek ve Türkiye içinde hâlâ varız demek istiyor. Türkiye’de istediğimiz zaman, istediğimiz yerde eylem yapabiliriz demek istiyor. Doğrudan sivilleri hedef alan bu saldırı ile güya orada çalışan mühendisleri korkutacaklar. Bir ölüp bin dirilen bu milleti henüz iyi tanımamışlar demek ki.
Saldırının Anatomisi
Cumhurbaşkanı BRICS toplantısı için Tataristan’ın başkenti Kazan’da bulunuyorken saldırı Ankara Kahramankazan’da gerçekleştiriliyor. Hem de Savunma Sanayii Fuarı’nın düzenlendiği ve yüzlerce satış anlaşmasının imzalandığı bir zamanda. Saldırı için önceden detaylı bir şekilde çalışıldığı, keşif ve istihbaratın yapıldığı anlaşılıyor. Personelin girip çıktığı en zayıf kapıyı seçmişler mesela. Teröristlerin silahları kullanma şekli, onların şehir gerillası eğitimi aldıklarını ve aşırı profesyonel olduğunu gösteriyor. Daha önce Kayseri’de askerleri taşıyan otobüse yönelik bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıyla, Ankara’da İçişleri Bakanlığı’na ve Mersin Polis Evi’ne yapılan saldırılara benzerlikleri var. Yayın yasağı konulduğu için olayın gerçek boyutlarını, tesiste yaptığı tahribatı tam bilemiyoruz. Saldırı iki kişinin yaptığı bir eylem gibi gözükmüyor. Olay daha çok tazedir. Zaman geçtikçe bazı hususlar daha fazla açığa çıkacaktır.
Ayrıca, TUSAŞ’ın güvenliğinin sağlanma sürecindeki eksikliklerin sorgulanması gerekmektedir. Çok sıkı korunması şart olan stratejik bir kuruluş, özel güvenlik şirketi eliyle değil devletin özel eğitimli kolluk kuvvetleri tarafından korunmalıdır. Kaynağı dışarıda olduğu anlaşılan bu saldırıda içeride ve dışarıda bir istihbarat zafiyeti var mıdır, tüm yönleriyle araştırılmalıdır.
PKK-DEM-Kandil Şer Üçgeni
Öcalan ile görüşme yapıldığı bir günde TUSAŞ saldırısının gerçekleştirilmesi örgütün artık 1980’li, 1990’lı yılların örgütü olmadığını, homojen olmadığını, farklı kutuplarının ve fraksiyonlarının bulunduğunu gösteriyor. PKK liderlerinden Murat Karayılan, Bahçeli’nin DEM Partililerle Meclis’te tokalaşması ile ilgili olarak: “DEM Parti’ye verilen merhabaya o kadar anlam yüklememek, büyütmemek gerekiyor. Hatta bazı kişiler ‘Acaba yeni bir süreç mi başlayacak?’ diyor. Böyle bir şey yoktur.” demişti. Bahçeli’nin Öcalan ile ilgili son hamlesi hakkında Yeni Özgür gazetesine verdiği demeçte bu gelişmeleri bir savaş taktiği gördüğünü, “Bu taktiklere karnımız tok. Önümüzdeki günlerde görecekler!” diyerek ortaya koymuştu. Örgütün Cemil Bayık’ın “Silahı bırakıp bırakmayacağımıza biz karar veririz, İmralı karar veremez!” açıklamasının ardından yaptığı hain saldırı ile “Ben Öcalan’ın barış çağrısını dinlemeyeceğim, teröre devam edeceğim!” demek istediği son derece açık. Bunlar, farlı farklı yapılanmaların bulunduğu örgütte ipin başkalarının elinde olduğunu göstermektedir. Selahattin Demirtaş’ın “Sorunlarımızın konuşarak, diyalogla, siyaset yoluyla çözülmesi arayışlarını kanla kesmeye çalışan anlayış bilmeli ki eğer Öcalan bir inisiyatif alır ve siyasetin önünü açmak isterse tüm gücümüzle arkasında olacağız.” mesajı ile DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli’nin, “Zamanlaması manidar, provokasyon nitelikli bir saldırı olarak değerlendiriyoruz. Bu saldırıyı kınıyoruz.” demeci DEM-Kandil-İmralı arasında bir ayrışmanın yaşandığını göstermektedir.
Burada asıl mesele çözüm için İmralı’nın bir referans olup olmadığı meselesidir. Örgüt içindeki ayrışma ve rekabet Türkiye’nin işini zorlaştırıyor. Çünkü kimi muhatap alacağı konusu önem kazanıyor. DEM’in Karayılan ve Bayık’ın söylemlerine karşı vereceği tepki hem ne kadar samimi olduklarını hem de sürecin akıbetini belirleyecektir. DEM ya İmralı ve Kandil ile kendini özdeşleştirmekten vazgeçecek, herhangi bir bağı olmadığını ispat ederek meşru bir parti olacak ya da meşruiyetini kaybedecektir.
Türkiye’nin Yeni Vizyonu-Stratejik Otonomi ve Sorumluluklar
Geçmişe baktığımızda Türkiye, yüzü Batı’ya dönük iki yüz yılı aşkın ‘modernleşme’ çabalarının getirdiği yabancılaşmanın sonucunda kurulduğundan bu yana hep emperyalist-sömürgeci güçlerin safında yer aldı. NATO’ya girerek emperyalizmin uydusu, ileri karakolu durumuna geldi. Siyonist İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biri oldu. Kore savaşına katılarak hem yedi yüzün üzerinde canımızın kaybına sebep oldu hem de orada yapılan katliamlara ortak oldu.
Şimdi ise Türkiye kendini eksene alarak yürüttüğü yeni bağımsız rotası ile Batı’nın rotasından çıkma çabası içinde. Putin, “Bölgedeki gelişmeler Türkiye ve Rusya’yı birbirine yaklaştırıyor!” diyor. Ukrayna savaşı nedeniyle Putin’i hızla mahkûm edip tutuklama kararı çıkartan Uluslararası Ceza Mahkemesi İsrail ve Netanyahu kararını uzattıkça uzatıyor. Erdoğan UCM tarafından mahkûm edilmiş Putin’i Türkiye’ye davet ederek herkese bir mesaj veriyor.
Türkiye savunma sanayiinde bağımsızlaşma hamlesi başlattı. Dış politikada stratejik otonomi ile güçlü, bağımsız ve sınırlarını aşan bir etkinlik üretmeye başladı. Tarihte de olduğu gibi her ne şart altında olursa olsun baskı ve zulüm altındaki Müslümanlara yardıma koşup davalarını savununca, kendisini jeopolitik rekabetin ve güçler dengesinin merkezinde buldu.
Politikacıların dillerini düzeltmeleri, siyasi rekabete fitne sokmamaları gerekiyor. Birbirlerine ağır ifadelerle saldırmaları toplumu germekte, kamplaşma ve kutuplaşmayı artırmaktadır. Bunun yerine ABD-İsrail ekseninin bölgede bugüne kadar yaptıkları ve yapmak istedikleri oyun hakkında bir çıkış teklifi ve projeksiyonu geliştirmeleri gerekiyor. Bölgeyi ve dünyayı iyi okumaları, bunun için kafa yormaları şart. İç bütünleşmenin sağlanması için yapılacaklar her şeyin üstünde tutulmalı.
Ülkemize yapılan alçak saldırılar terörün bitmeyeceğini göstermektedir. Ancak Türkiye’yi yıldırmamalıdır. Devlet bu süreçte Kürt halkını kazanmak içinden elinden gelen her şeyi yapmalıdır. Devlet sürecin işlemesine kararlılıkla devam etmelidir. Kürt halkını PKK’dan ayrıştırmak, elinde silah tutan bu kanlı örgütün arkasındaki halk desteğini çekmek gerekmektedir. Türkiye’nin iç barışı sağlanmalı, iç cephe güçlendirilmelidir. 40 yıldır ülkemize 400 milyar dolara mal olan ve 50 bin kişinin telef olmasına sebep olan bu kanlı süreç sona ermelidir. Şehit Anneleri, Diyarbakır Anneleri, Cumartesi Anneleri birleşip kucaklaşmalıdır.