AB UYUM YASALARI VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ İLE TÜRKİYE, AB’NİN GÖZETİMİ VE DENETİMİ ALTINA SOKULMUŞTUR

14
0

Diyanet İşleri Başkanın konuşması nedeniyle Türkiye’de başlatılan tartışmaya AP Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, Twitter üzerinden “lgbtihaklarıinsanhaklarıdır” etiketini kullanarak yaptığı açıklama ile müdahil olmuştur:

“Avrupa Konseyi’nin tüm üyeleri gibi Türk makamları da nefret söylemine veya LGBTİ’lilere karşı herhangi bir ayrımcılığa gerekçe göstermek için kültürel, geleneksel veya dini değerleri kullanmama tavsiyelerine uymalıdır.” “…Türkiye’nin, Avrupa Konseyi’nin ayrımcılığa karşı 12. protokolünü onaylaması gerekir.” diyor.

Böyle bir Türkiye’nin bağımsızlığından söz edilebilir mi?

AP Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor’a böyle konuşma hakkını, İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan üye ülkeleri izleme ve denetleme birimi olan Grevio’ya ilişkin maddeler (Madde 66-70) ile cinsel yönelime ve rıza temelli zinaya izin veren maddeler (Madde 3, 4, 12, 36, 42, 46, 48, 55, 59) vermektedir.

Bu açıklama Türkiye’nin içişlerine karışmanın en canlı örneklerinden sadece birisidir. Türkiye AB sevdasından kurtulamazsa çok daha vahim müdahalelerle karşılaşacaktır. Çünkü bunlara bu şekilde müdahale hakkını AB uyum yasaları vermektedir.

Türkiye tam üye olmadığı halde bu müdahaleler yapıldığına göre tam üye olduğu zaman olabilecekleri bir düşünün.

AB’nin AP Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor üzerinden yaptığı bu müdahale ilk değil -AB sevdası devam ettiği sürece de- son da olmayacaktır.

Bu nedenle biraz geriye dönmemizde fayda vardır.

Yıl 2004, TCK yeniden yapılıyor. Eski TCK’da var olan Zina ile ilgili maddeye gelindiğinde, Başbakan Erdoğan bir açıklama yapıyor: Önceki Ceza kanununda zina durumunda kadına ceza veriliyor erkeğe verilmiyordu. Bu konuda, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi 1996-1999 döneminde 765 TCK’nın 440, 441 ve 442. maddelerini eşitlik ilkesine aykırı bularak erkeğe de ceza verilmesi gerekir hükmünü getirip belli bir süre içerisinde yasal bir düzenleme yapılmasını Meclisten istemiştir. Fakat o zaman ki Meclis (2002 öncesi) bu yasal düzenlemeyi yapmamıştır. Başbakan Erdoğan’ın bahsettiği eşitsizlik bu durumla ilgilidir:

“Bu eşitsizlik de ortadan kaldırılarak, yani erkeğin kadını aldatmasında ya da kadının erkeği aldatmasında uygulanacak olan cezai müeyyide aynı olacaktır. Bu da şikâyete bağlı olarak olacaktır. Re’sen atılacak bir adım olmayacaktır. Herhalde şikâyete bağlı olarak, bundan kimsenin rahatsız olmaması lazım. Bu bir yerde insan onurunu kurtarmaya yönelik bir adımdır, diye inanıyor ve düşünüyoruz.”

Başbakan Erdoğan’ın bu açıklamasına AB’nin değişik kesimlerinden 24 saat içerisinde sert tepkiler gelmeye başlamıştır: “Zinayı suç saymayı hedefleyen yasa değişikliği, başka bir çağdan kalma uygulamadır ve AB felsefesiyle bağdaşmamaktadır. Zina ile uğraşacağınıza, Türk Ceza Kanunu’ndaki eksiklikleri gidermeye çalışın…”  “Demokrasilerde zina suç sayılamaz.” vb. açıklamalar yapılmıştır.

Ayrıca, “Avrupa Birliği Komisyonu genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen: Bu konu ben buradayken de gündeme geldi. Gerçekten biraz şaşırdığımı söylemek zorundayım. Çünkü çok fazla dikkat çeken bir konu oldu. Avrupa Birliği’nin üye ülkelerinde de çok fazla dikkat çekti. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu zina konusu gerçekten çok ciddi bir endişe yaratıyor, Avrupa kurumlarında ve üye ülkelerde aynı şekilde. …Türkiye’de bundan altı yıl önce Anayasa Mahkemesi tarafından ortadan kaldırılmıştı, bu konuyla ilgili tartışmalar ve son altı yıl içerisinde de hiç kimsenin, Türkiye’deki kimsenin bu konudaki bir beklentisi olduğunu zannetmiyorum. Ve gerçekten çok şaşırdım ve çok merak ediyorum. Bu şimdi nereden çıktı. Kim, bunu şimdi yapmak istedi. Ki özellikle de Avrupa Birliği içerisinde Türkiye hakkında çok önemli bir karar vermemize çok az bir kala… Ve şunu kesinlikle söylemek istiyorum. Gerçekten bu çok tarihi bir şaka olur. Eğer Türkiye, bundan sonra bir tercih yapmak zorunda kalırsa ve bu tercih zinayı bir suç olarak kabul etmek ve diğer tarafta da Avrupa Birliği’ne katılmak olursa, gerçekten…”

Yine aynı Günter Verheugen, Almanya’da pazar günleri yayınlanan Bild am Sonntag Gazetesi’ne 2004 yılında yaptığı açıklamada;

‘Türkiye’deki ceza yasası reformu, müzakerelere başlama tarihi verilmesi için zorunlu bir ön koşul teşkil etmektedir. Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunun kanıtlanması ve insan haklarının tam olarak dikkate alındığının gösterilmesi için ceza yasası reformlarının gerçekleştirilmiş olması gerekir’ dedi. ‘Türkiye ile müzakereler ancak bundan sonra başlayabilir.’ şeklinde konuşan Verheugen, ‘Asıl gerçeklik gösterme zamanı şimdi geliyor. Türkiye geleneksel değerleriyle Avrupa değerlerini birleştirecek gücü toplamak zorunda. Avrupa değerleri üzerine pazarlık olmaz.  Zinanın suç unsuru olarak ceza yasasında yer alması durumunda müzakereler başlamaz.’ ifadelerini kullandı.

Böyle bir Türkiye’nin bağımsızlığından söz edilebilir mi? Türkiye kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre yaşayabilir mi? Onları koruyabilir mi? Kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre yaşayamayacak ise Türkiye’nin AB’de ne işi var?

Avrupa Birliği-Türkiye Karma Komisyonu Başkanı Hollandalı Joost Lagendijk: ”Zina sorunu çözülmezse, 6 Ekim’de yayınlanacak Avrupa Birliği Komisyonu’nun raporu ya olumsuz ya da şartlı olur.”  “…Evlilik dışı ilişkinin hapisle cezalandırılacağı bir Türkiye’nin Avrupa’da yer bulması imkânsızdır. Bu konunun ve tartışmaların uzaması, Türkiye’yi Avrupa’dan dışlamak isteyenlerin tezlerini ne yazık ki gün geçtikçe kuvvetlendirmektedir. Bu tasarıda ısrar etmek, Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almayın demektir.”

“İspanya Dışişleri Bakanı Miguel Angel Moratinos, ”Türkiye’nin yapması gereken, AB’ye tamamıyla yakınlaşmasıdır. Zina gibi çok hassas konular Türkiye için zorluklar yaratacaktır.”

Bütün bu açıklamalar bize ilahi bir hakikati hatırlatıyor:

“Ey iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz.”  “…Sizler, işte böylesiniz: onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler.” (3 Al-i İmran 118-119) 

Bu tepkiler üzerine Türkiye geri adım atıyor ve zinanın suç olarak kabul edilmesinin TCK’da yer almayacağı sözü AB temsilcilerine veriliyor:

Başbakan Erdoğan, Eylül 2004: “Son olarak Verheugen’ın Türkiye’ye yapmış olduğu ziyarette, ‘Bizim artık uyum yasalarıyla ilgili yapacağımız bir şey var mı?’ diye sorduğumuzda kendileri de bunu teyit ettiler. ‘Hayır, artık Türkiye’nin yapacağı bir şey kalmamıştır, ama uygulamada bazı eksiklikler var.’

Kaldı ki bunu biz de biliyoruz. Bu konuda uygulama bir zihniyet, bir zihinsel değişimi gerektiriyor. Bu bir süreçtir.”

”Türk Ceza Kanunu’nun içinde olmayan herhangi bir madde oraya girmeyecektir. Bunu zinayla ilgili olarak söylüyorum.”

“Verheugen, “Başbakan zina cezasının kaldırılması konusunda güvence verdi. Türkiye’nin önünde artık hiçbir engel kalmadı.”

“24 Eylül 2004 yılında Avrupa Parlamentosu Başkanı Josep Borrell ile düzenlediği basın toplantısında Başbakan Erdoğan: “Biz iktidardayken bir daha gündeme gelmez ama bizden sonra ne olur, onu bilmem.” 

Ve bu baskılar sonucu 26 Eylül 2004’te kabul edilen TCK’da zina maddesi yer almamıştır.

Böyle bir Türkiye’nin bağımsızlığından söz edilebilir mi? Türkiye kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre yaşayabilir mi? Onları koruyabilir mi? Kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre yaşayamayacak ise Türkiye’nin AB’de ne işi var?

Zaman tünelinde biraz daha ilerleyelim.

Yıl 2009. Dönemin aileden sorumlu devlet bakanı Selma Aliye Kavaf, Haziran 2009, Viyana`da düzenlenen aile ilgili konferansın bildirge metninde yer alan ‘Farklı Aile Formları’ tanımına itiraz ederek, Avrupa Konseyi`ne gönderdiği yazıda; ‘Biz ülke olarak eşcinsel evliliği kabul etmediğimiz gibi eşcinsel aile, ebeveynlik kurumunu da kabul etmediğimizi belirtmek isteriz.’ tarzında son derece şahsiyetli bir tavır ortaya koymuştur.

Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu komiserlerinden Olli Rehn Haziran 2009’da, muhtemelen, Kavaf’ın bu yazısı üzerine aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:

“Üye ülkelerde olduğu şekilde, aday ülkelerde de lezbiyen, gay, eşcinsel ve transseksüel hakları örgütlerinin varlık ve faaliyetlerinin, güvence altına alınmasının takipçisiyiz. Türkiye’nin bu konuda gerekli adımları atmasını bekliyoruz.” (26)

Dikkat edilmesi gereken nokta, yıl Haziran 2009’dur ve İstanbul sözleşmesi daha ortada yoktur; Türkiye AB’ye aday ülkedir(!).

Mart 2010, İstanbul Sözleşmesi’nden yaklaşık bir yıl önce Bakan Aliye Kavaf:

“Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmıyorum. Bakanlığımızda onlarla ilgili bir çalışma yok. Zaten bize iletilmiş bir talep de yok. Türkiye’de eşcinseller yok demiyoruz, bu vaka var.”

Bu açıklamalar üzerine kendi Parti mensuplarından bir kısmının da iştirak ettiği bir linç kampanyası ile Kavaf milletvekili bile olamadı.

Böyle bir Türkiye’nin bağımsızlığından söz edilebilir mi? Türkiye kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre yaşayabilir mi? Onları koruyabilir mi? Kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre yaşayamayacak ise Türkiye’nin AB’de ne işi var?

Şubat 2018 yılında, Cumhurbaşkanı Erdoğan TCK’dan AB’nin talepleri doğrultusunda zinayı suç olmaktan çıkarmakla hata yaptıklarını belirtmiştir:

 “Bu çok eski bir konu. Kapsamı geniş. Tartışılsın. Bunlar zaten bizim daha önce yasal düzenlememiz içinde vardı.

…Çünkü bu toplumun manevi değerler noktasında farklı bir konumu var.

Biz AB‘nin talepleri doğrultusunda adım atmıştık, ama yanlış yapmışız.”

Zina ile ilgili düzenlemeyi de yapmak suretiyle, bu tacizleri vesaire belki de aynı kapsamda değerlendirmemiz lazım.

…Bu Türkiye’nin Batı ülkelerinin birçoğundan farklı konumda olduğunu gündeme getirmesi bakımından önemli.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; “Biz AB‘nin talepleri doğrultusunda adım atmıştık, ama yanlış yapmışız.” …Bu toplumun manevi değerler noktasında farklı bir konumu var.” “…Bu, Türkiye’nin Batı ülkelerinin birçoğundan farklı konumda olduğunu gündeme getirmesi bakımından önemli.” ifadelerini göz önüne alarak, yanlış yapmaya devam etmemek için Türkiye AB sevdasından bir an önce vaz geçmelidir.

Çünkü;

“Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar Hakk’tan size gelene küfretmişler, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı Peygamberi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, benim yolumda cihat etmek ve benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlemekte olduklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur.”

“Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin küfre sapmanızı içten arzu etmişlerdir.” (60 Mümtahine 1, 2).

Türkiye AB uyum yasaları kapsamında yapılan tüm yasal düzenlemeleri, özellikle, 6284 sayılı Aile Yıkım Yasası, 5237 TCK, 4721 Türk Medeni Kanunu öncelikli olmak şartıyla ele alıp kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre yeniden yapılandırmalıdır.

İstanbul Sözleşmesi mutlaka ama mutlaka iptal edilmelidir.

Bugün Türkiye’yi yönetenler, gelecekte rahmetle anılmak istiyorlarsa bunu mutlaka yapmalıdırlar.

HENÜZ VAKİT VARKEN!

 

UMRAN KÜLTÜR VE MEDENİYET HAREKETİ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir